samsun anadolu lisesi'nin efsane ingilizce öğretmeni. daha sonra ondokuz mayıs üniversitesi'ne geçmişti. 1999 yılında eşiyle beraber geçirdiği trafik kazasında 44 yaşında hayatını kaybetti.
radyo dinlemeyi çok severdi. lisenin öğle tatillerinde (1995-96) okulun şu fotoğraftaki tam da saatin yazılı olduğu kısmına parkettiği renault marka arabasında ingiliz radyo kanallarını dinlerdi. aracında epey uzunca ve değişik bir anten vardı, ki sırf istediği frekansları dinleyebilmek için özel yaptırmıştı. bazen de yine arabasına geçer aldığı günlük gazeteleri okurdu. ya da bazen ingilizce sözlük okurken görürdük. biz öğrencileri, yani öğrenen insanlar olarak öğle tatillerinde top oynayıp eğlenirken nizamettin yıldırım ders çalışırdı, okurdu, öğrenirdi. ingilizlere ingilizce öğretmenliği dersleri verdiği söylenirdi o zamanlar. ne derece doğrudur bilemeyeceğim ama kesinlikle inanıyorduk. öğretmenliğin kitabını yazabilirdi. tuvalete izin isterken, ev ödevini neden yapamadığımızı izah ederken, ya da her ne söyleyeceksek söyleyelim, ingilizce olarak yapmamız gerektiğinden, bize ingilizce öğrettiği 1995-96 senesinde kendisiyle türkçe olarak iki kelam etmişliğimiz yoktur. ingilizceyi ondan öğreneli 18 seneyi geçmesine rağmen hala onun öğrettiği temel bilgilerle işimi görmekteyim, her ingilizce kullanmamda kendisini yad ederim.
onunla ilgili unutamadığım bir çok anı vardır ama en belirgini şöyledir: anadolu lisesi'ni kazanmışızdır. hazırlık sınıfındaki ilk günümüz, kimse kimseyi tanımıyor ve sınıfta hocamızı bekliyoruz. içeri nizamettin yıldırım giriyor. önce tek tek isimleri okuyup yoklama alıyor. sonra da ingilizce konuşmaya başlıyor biz 11 yaşındaki çocuklarla. anlatıyor yani ingilizcenin -i'sini bilmeyen bize hitaben. hepimiz birbirimize bakıyoruz; birbirimize soruyoruz "sen anlıyor musun?" diye. içten içe bir suçluluk da kaplıyor o an. "yoksa bunu anlamamız mı gerekiyor şu an?", diye düşünüyoruz; acaba buraya öğrenip de mi geliniyordu falan. sonra aslında kimsenin anlamadığı, çaktırmadan yapılan bakışmalar ve yine çaktırmadan yapılan soruşmalar sonucunda öğrenilince bir rahatlama geldi. öyle anlamadan dinlemeye koyulduk. 45 dakika boyunca ingilizce olarak konuştu. sonra da çıktı gitti. biz, "bu ne ya, böyle nasıl ingilizce öğrenecez" falan diye düşünürken bir sonraki ders girip normale döndü ve standart prosedürünü uyguladı öğretirken. sonra aradan bir yıl geçip bize ingilizce öğrettiğinde senenin son dersi sınıfa girip yine 45 dakika boyunca ingilizce konuştu.
ve sonra türkçe olarak dedi ki: "anlattığımı anladınız mı?"
herkes: "tabi anladık hocam!"
nizamettin yıldırım: "işte bu anlattıklarım, ilk gün size yaptığım ve hiç bir şey anlamadığınız konuşmamdı."
not: ekşisözlük'ten alıntılanmıştır.
ekşi sözlük nizamettin yıldırım
radyo dinlemeyi çok severdi. lisenin öğle tatillerinde (1995-96) okulun şu fotoğraftaki tam da saatin yazılı olduğu kısmına parkettiği renault marka arabasında ingiliz radyo kanallarını dinlerdi. aracında epey uzunca ve değişik bir anten vardı, ki sırf istediği frekansları dinleyebilmek için özel yaptırmıştı. bazen de yine arabasına geçer aldığı günlük gazeteleri okurdu. ya da bazen ingilizce sözlük okurken görürdük. biz öğrencileri, yani öğrenen insanlar olarak öğle tatillerinde top oynayıp eğlenirken nizamettin yıldırım ders çalışırdı, okurdu, öğrenirdi. ingilizlere ingilizce öğretmenliği dersleri verdiği söylenirdi o zamanlar. ne derece doğrudur bilemeyeceğim ama kesinlikle inanıyorduk. öğretmenliğin kitabını yazabilirdi. tuvalete izin isterken, ev ödevini neden yapamadığımızı izah ederken, ya da her ne söyleyeceksek söyleyelim, ingilizce olarak yapmamız gerektiğinden, bize ingilizce öğrettiği 1995-96 senesinde kendisiyle türkçe olarak iki kelam etmişliğimiz yoktur. ingilizceyi ondan öğreneli 18 seneyi geçmesine rağmen hala onun öğrettiği temel bilgilerle işimi görmekteyim, her ingilizce kullanmamda kendisini yad ederim.
onunla ilgili unutamadığım bir çok anı vardır ama en belirgini şöyledir: anadolu lisesi'ni kazanmışızdır. hazırlık sınıfındaki ilk günümüz, kimse kimseyi tanımıyor ve sınıfta hocamızı bekliyoruz. içeri nizamettin yıldırım giriyor. önce tek tek isimleri okuyup yoklama alıyor. sonra da ingilizce konuşmaya başlıyor biz 11 yaşındaki çocuklarla. anlatıyor yani ingilizcenin -i'sini bilmeyen bize hitaben. hepimiz birbirimize bakıyoruz; birbirimize soruyoruz "sen anlıyor musun?" diye. içten içe bir suçluluk da kaplıyor o an. "yoksa bunu anlamamız mı gerekiyor şu an?", diye düşünüyoruz; acaba buraya öğrenip de mi geliniyordu falan. sonra aslında kimsenin anlamadığı, çaktırmadan yapılan bakışmalar ve yine çaktırmadan yapılan soruşmalar sonucunda öğrenilince bir rahatlama geldi. öyle anlamadan dinlemeye koyulduk. 45 dakika boyunca ingilizce olarak konuştu. sonra da çıktı gitti. biz, "bu ne ya, böyle nasıl ingilizce öğrenecez" falan diye düşünürken bir sonraki ders girip normale döndü ve standart prosedürünü uyguladı öğretirken. sonra aradan bir yıl geçip bize ingilizce öğrettiğinde senenin son dersi sınıfa girip yine 45 dakika boyunca ingilizce konuştu.
ve sonra türkçe olarak dedi ki: "anlattığımı anladınız mı?"
herkes: "tabi anladık hocam!"
nizamettin yıldırım: "işte bu anlattıklarım, ilk gün size yaptığım ve hiç bir şey anlamadığınız konuşmamdı."
not: ekşisözlük'ten alıntılanmıştır.
ekşi sözlük nizamettin yıldırım
