nizamettin yıldırım – Borsa Sözluk
Nizamettin Yıldırım Üzerine

Yaklaşık 1.5 yıldır yazmamıştım. Bunun için geçerli ya da geçersiz bir sürü bahanem var sanırım. 1.5 yıldan sonra yazmamın nedeni ise şu: Okulumdaki 11. Sınıfımla bir proje üzerine çalıştık. İşlediğimiz kitapta bir konu vardı ve öğrencilerden kısa ve uzun vadeli hedeflerini yazmalarını istiyordu. Tabii ki hemen aklıma bir proje geldi ve tüm öğrencilerimden kısa vadeli hedeflerini yazmalarını istedim. Çıkan sonuç gayet eğlenceliydi, bazısı kilo vermek, bazısı şehir dışında yapılacak spor müsabakalarına katılmak, bazısı ise FB-GS maçına gitmek gibi hedefler yazdı. Elbette asıl iş hedefleri belirlemekten çok bunları yerine getirmek olacaktı. Bunun için de bir iddia gerekiyordu, baklava gibi bir karına sahip olma hedefi koyan bir öğrencim, hedefi gerçekleşmemesi durumunda sınıfa baklava getireceğini söyledi.

Aralarında bir öğrencim ki kendisini çok severim işi farklı bir boyuta taşıdı. Eğer onlardan bunu istiyorsam benim de bir şey yapmam gerektiğini söyledi ve ben de hak verdim. Onlardan istediğim şeyin karşılığında ben ne yapacaktım? Sonuç olarak bu bloğu daha aktif kullanmam ve karne haftasına kadar 12 yazı yazmamda karar kılındı. Tabi tarihin 11 Ocak olduğunu ve bunun da benim ilk yazım olduğu düşünülürse, öğrencilerimin de öngördüğü gibi işim hiç kolay değil. Şu an eminim öğrencilerim gerçekleştiremeyeceğimi düşünüyor, ama bekleyip göreceğiz J

Uzun zamandan sonra ilk yazdığım yazı olacağı için bunun özel bir şey olması gerekiyordu. Mesleğim gereği özel denince aklıma gelen kişilerin başında ise bugün buralarda olmamın en büyük etkenlerinden biri olan Nizamettin Yıldırım geldi. Haftada 24 saat ders almak üzere koskoca 1yılı birlikte geçirdik Nizamettin hocayla. 10-11 yaşlarındaydık. 5. Sınıf bitmiş Anadolu liselerine giriş sınavına girip Samsun Anadolu Lisesi’ni kazandıktan sonra okulun ilk gününü hatırlıyorum dün gibi. O koskoca kubbesi olan spor salonuna topladılar hepimizi. Tabi salona girene kadar üst sınıfların aralarında geçen diyaloglara şahit olduktan sonra Allahım ben nereye düştüm dedim. İlkokuldan tanıdığım arkadaşlarım ve kuzenimin varlığından güç almıştım. Spor salonunda toplanmamızın nedeni kura çekecek olmamızdı. Hangi hazırlık sınıfında okuyacağımız kura sonucu belirlenecekti. Kader ağlarını örmüş o zamana kadar ne kadar tanıdığım insan varsa hepsiyle aynı sınıfa düşmüştüm, Hazırlık C. Şu an Fevzi Çakmak Lisesi olan binanın spor salonuna yakın kapısından girdik ve sınıfa girdik. Öğretmenimiz erkekti ve adı Nizamettin Yıldırım’dı. Veliler sınıftaydı ve veliler içerideyken herkesten bir defter ve kırmızı pilot kalem istemişti, daha sonra velileri çıkardı ve hayatımızı değiştirecek insanla baş başa kaldık. Nizamettin hoca konuşmaya başladı. Tamamen İngilizce. Daha önce duymadığım, aşina olmadığım bir şeydi. Kalbim hızla atmaya başladı. Sınıfta özel okuldan gelen birkaç kişi vardı ve onların varlığı beni daha da rahatsız ediyordu. Hayatıma şöyle bir bakıyorum da hiç öyle hissetmemiştim hala da hissetmedim.

Günler, haftalar aylar geçti. Artık o dili anlamaya başlıyordum. Bu benden önce kesinlikle Nizamettin hocanın eseriydi. Küçük bir kasetçaları vardı. Oradan dinlemeler yapardık ve kısa dalga radyodan bize ödevler verirdi. İşimiz gücümüz İngilizce olmuştu. Kendi hayatından örnekler verirdi ve yakın arkadaşım Mehmet Karakoç’un ekşi sözlükteki yazısında da yazdığı gibi teneffüslerde tüm vaktini İngiliz radyolarını dinlemekle ve İngiltere’deki arkadaşlarıyla görüşerek geçirirdi. Bunu yapması bize hiçbir bahane bırakmıyordu. Öğretmenimiz bu şekilde çalışırken biz hiçbir bahane sunamazdık herhalde. Kandil bayram gibi özel günlerde öğretmenimi aramam gerektiğini annemden öğrenmiştim. Bir kandil günü Nizamettin hocayı aradım, önce annem konuştu sonra bana verdi ben de rahat rahat telefonu aldım ama Nizamettin hoca tamamen İngilizce konuştu ben Türkçe konuştukça İngilizce konuşuyordu ve ağlamak üzereydim. Ağzından Türkçe kelime duyduğum zaten çok azdı. Klasik öğretmenler gibi ezber yaptırmazdı. Şu an öğrencilerime de asla yapmadığım gibi defalarca kelime yazdırmazdı ki bunun ne kadar ahmakça bir şey olduğunu da ondan öğrenmişimdir 20 yıl önce. Günümüzde hala defalarca kelime yazdıran öğretmenlerin varlığını düşündükçe Nizamettin hoca cidden büyük adammış. Sanırım kendi kendine bizim üzerimizden iddialara girerdi. İngilizlerin “Challenge” dediği şeyi o yapardı. Bize bir seferinde bir süre verdi ve o süre geldiğinde İngilizce gazete okuyabileceğimizi söyledi. Türkçe gazete bile okuma alışkanlığı olmayan bizler için bu devrim gibi bir şeydi. Dediği sürede Turkish Daily News ve Mirror gibi gazeteleri getirdi sınıfa ve okuyabildik! Bunun gibi bir sürü örnek var. Bir keresinde de derse geç kalanlara neden geç kaldıklarını sordu. Normal öğretmen yaklaşımı öğrencileri geç kâğıdı almaya yollamak olurdu herhalde. Cevap geldi ama Türkçe geldi. Çok kızdı ve bu kez İngilizce cevap istedi. Arkadaşlarımız cevabı İngilizce verdikten sonra yerlerine oturmalarına izin verdi.

Nizamettin hocanın öğretim sistemi, verdiği örnekler, kurduğu cümleler oynattığı oyunlar hala aklımda. Öğrencilerimden ve velilerimden aldığım geri dönütlere dayanarak iyi bir öğretmen olduğumu söyleyebilirim. Ki gerçekten öyleysem bunun tek nedeni Nizamettin Yıldırım’dır. O sınıftan mezun olan insanların bir çoğunun mesleğinin yabancı dille alakalı olması da benim bu cümlemin kanıtıdır. Kaderin bana ilk kıyağı Nizamettin hocanın öğrencisi olmaktı. Ama bana kıyak yapan kader ona yapmadı ve onu aramızdan çok genç yaşta elim bir trafik kazası sonucu aldı.

Sanırım cennetin ona dünyadan daha çok ihtiyacı vardı. Nizamettin hocanın varisi değilim, çok da zengin olduğunu düşünmüyorum ama bana bıraktığı şeylere kesinlikle paha biçemem. Ruhun şad olsun hocam…

mrsancili.blogspot.com sitesinden alıntıdır

mrsancili blog
1993-1994 dönemi, Samsun Anadolu Lisesi hazırlık İngilizce Grammer derslerimize girmiş efsane hocadır. Türkiye çapında bir öğretmendi. Bir Galatasaray Lisesi'nde ya da Ankara Ted'de olsa, yeri hiç sırıtmazdı.

Bizde derse girdiğinde, konuşma yapmamıştı. Bunun yerine, bir tane kağıdı yuvarlayıp top haline getirmiş ve;

"This is a piece of paper!"

demiş, ardından birisine fırlatmıştı. Topu alan kişinin şaşkın bakışları altında;

"Repeat after me! This a piece of paper!"

diye tekrarlamıştı. Hafif de öfkeyle...

Tabii, bu adam ne diyor anlamamıştık. O sırada ilkokuldan yeni ayrılmış, kocaman kampüsü olan bir kolejde, şaşkın ördek yavruları gibiyiz. Daha okulun ilk haftası ve bir tane manyak, sınıfa girmiş, tek kelime Türkçe konuşmuyor, bize kağıt fırlatıyor ve bir şeyler söylüyordu.

Nizamettin Yıldırım'ın tekrar tekrar aynı cümleyi tekrarlamasıyla, çocuk sonunda tekrar edeceğini anlıyor ve tekrarlıyor. Ardından kağıdı başkasına atmasını işaret ediyor hoca. Top fırlatılıyor ve aynı cümle tekrar ediliyor. Bu şekilde top belki sınıftaki herkesi rastgele geziyor. Ancak, cümle ne demek, hiç bir fikrimiz yok.

Bizde böyle başladı eğitim. Ve sene sonuna kadar, çok sinirlendiği bir ana kadar tek kelime Türkçe konuşmadı Nizamettin Yıldırım. Hatta, o raddeye gelmişti ki, biz bu adamın Türkçe bilmediğini düşünmeye de başlamıştık. Çünkü, ders dışında da İngilizce konuşuyordu. Ağzından tek kelime Türkçe çıkmıyordu. Bir öğrenci hakikaten sinirlendirene kadar da bu böyle devam etmişti ki, bir gün çatır çatır bize Türkçe bağırdığını da duyduk. Ancak tekrarı olmadı.

Nizamettin Yıldırım, öğrencisiyle tek kelime Türkçe konuşmadan, İngilizce öğretebilen bir adamdı. Müthiş bir öğretmendi.

Amatör telsizcilik lisansı vardı ve İngilizce pratik yapabilmek için evine kurduğu telsiz sistemle tüm Dünya ile konuşuyordu. Tabii o dönem internet yok ya da emekleme dönemleri.

Nizamettin Hoca'nın arabası da ünlüydü. Aracına da özel bir radyo sistemi kurdurmuş, İngiliz radyolarını dinliyordu. Aracında çay/kahve makinası da vardı. 1 saatlik öğlen aralarında aracına gider, yemeğini orada yer ve İngilizce yayınları dinlerdi. Bu derece işine ve İngilizce'ye aşık bir adamdı.

Nizamettin Yıldırım, bu efsane dönemlerini bize tecrübe ettirirken, oldukça genç de bir adamdı. Yaşlı bir hoca akla gelmesin. Zeki de bir herifti. Türkiye'de her okulda efsane olabilirdi.

Bu kadar donanımlı ve enteresan bir adamın, 1999 yılında, 44 yaşında trafik kazası geçirmesi ve hayatını kaybetmesi, oldukça trajik bir olaydır. Sanıyorum eşi ve çocukları da bu kazada ölmüştü.

İlginçtir, o dönem Nizamettin Yıldırım hakkında okulda ne bir köşe açıldı, ne de bir bilgilendirilme yapıldı. (Ya da biz duymadık o sıra. Çünkü, tam kafayı yediğimiz sene, üniversite hazırlık.) Ciddi bir vefasızlık yaşandı. Olacak iş mi diyeceksiniz ama, Samsun Anadolu Lisesi'nin toprağına gömülmeyi hakedecek kadar okulun bir parçasıydı. En azından, kendisi için bir köşe, bir anıtı hakediyordu. Hiç bir şey yapılmadı.

Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.
samsun anadolu lisesi'nin efsane ingilizce öğretmeni. daha sonra ondokuz mayıs üniversitesi'ne geçmişti. 1999 yılında eşiyle beraber geçirdiği trafik kazasında 44 yaşında hayatını kaybetti.

radyo dinlemeyi çok severdi. lisenin öğle tatillerinde (1995-96) okulun şu fotoğraftaki tam da saatin yazılı olduğu kısmına parkettiği renault marka arabasında ingiliz radyo kanallarını dinlerdi. aracında epey uzunca ve değişik bir anten vardı, ki sırf istediği frekansları dinleyebilmek için özel yaptırmıştı. bazen de yine arabasına geçer aldığı günlük gazeteleri okurdu. ya da bazen ingilizce sözlük okurken görürdük. biz öğrencileri, yani öğrenen insanlar olarak öğle tatillerinde top oynayıp eğlenirken nizamettin yıldırım ders çalışırdı, okurdu, öğrenirdi. ingilizlere ingilizce öğretmenliği dersleri verdiği söylenirdi o zamanlar. ne derece doğrudur bilemeyeceğim ama kesinlikle inanıyorduk. öğretmenliğin kitabını yazabilirdi. tuvalete izin isterken, ev ödevini neden yapamadığımızı izah ederken, ya da her ne söyleyeceksek söyleyelim, ingilizce olarak yapmamız gerektiğinden, bize ingilizce öğrettiği 1995-96 senesinde kendisiyle türkçe olarak iki kelam etmişliğimiz yoktur. ingilizceyi ondan öğreneli 18 seneyi geçmesine rağmen hala onun öğrettiği temel bilgilerle işimi görmekteyim, her ingilizce kullanmamda kendisini yad ederim.

onunla ilgili unutamadığım bir çok anı vardır ama en belirgini şöyledir: anadolu lisesi'ni kazanmışızdır. hazırlık sınıfındaki ilk günümüz, kimse kimseyi tanımıyor ve sınıfta hocamızı bekliyoruz. içeri nizamettin yıldırım giriyor. önce tek tek isimleri okuyup yoklama alıyor. sonra da ingilizce konuşmaya başlıyor biz 11 yaşındaki çocuklarla. anlatıyor yani ingilizcenin -i'sini bilmeyen bize hitaben. hepimiz birbirimize bakıyoruz; birbirimize soruyoruz "sen anlıyor musun?" diye. içten içe bir suçluluk da kaplıyor o an. "yoksa bunu anlamamız mı gerekiyor şu an?", diye düşünüyoruz; acaba buraya öğrenip de mi geliniyordu falan. sonra aslında kimsenin anlamadığı, çaktırmadan yapılan bakışmalar ve yine çaktırmadan yapılan soruşmalar sonucunda öğrenilince bir rahatlama geldi. öyle anlamadan dinlemeye koyulduk. 45 dakika boyunca ingilizce olarak konuştu. sonra da çıktı gitti. biz, "bu ne ya, böyle nasıl ingilizce öğrenecez" falan diye düşünürken bir sonraki ders girip normale döndü ve standart prosedürünü uyguladı öğretirken. sonra aradan bir yıl geçip bize ingilizce öğrettiğinde senenin son dersi sınıfa girip yine 45 dakika boyunca ingilizce konuştu.

ve sonra türkçe olarak dedi ki: "anlattığımı anladınız mı?"
herkes: "tabi anladık hocam!"
nizamettin yıldırım: "işte bu anlattıklarım, ilk gün size yaptığım ve hiç bir şey anlamadığınız konuşmamdı."

not: ekşisözlük'ten alıntılanmıştır.

ekşi sözlük nizamettin yıldırım